Mobile menu

"Tempo Değil, Kalite Önemli"


Can Arduman, babası Samim Arduman’ı yenmek üzere. Arduman’ın bu fotoğrafa yorumu şöyle ;  “Babanızı yenmenin ne kadar  önemli olduğunu görüyorsunuz.”

1959 İstanbul doğumlu. Satranca 11 yaşında babasından öğrenerek başladı. Altı defa Türkiye Şampiyonu, dört defa Türkiye ikincisi oldu. 1996’da, Erivan’da, Satranç Olimpiyatlarında Uluslararası Usta, IM unvanına hak kazandı. Ailesinin, daha doğrusu babasının ısrarıyla bir dönem satranca ara verdiyse de içindeki satranç ateşi hiç sönmedi ve geri döndü. Satranç bilgisi, sevgisi ve hepsinden önemlisi tutkusuyla, adeta “satrançla zehirlenmiş” bir hayat onun ki. Murat KUL, IM Can Arduman ile Türkiye İş Bankası Satranç Ligi sırasında TSF’nin yeni merkezinde söyleşti.

“Mümkün olabilse de, insanlar, satrancı bilerek dünyaya gelseler” diyecek kadar satranç aşığı Can Arduman’ın söyleşisi için lütfen devamına tıklayınız. 


Murat KUL : Satranç serüveni ne zaman başladı sizin için ?
Can ARDUMAN : 11 Yaşında babamla oynayarak, ondan öğrenerek satranca başladım. Aslında bugün için biraz geç başladım diyebilirim. Galatasaray Lisesinde okudum. O dönemde ortaokuldan itibaren satranç takımına girdim. Dört yıl takım kaptanlığı yaptım. Cumhuriyet Gazetesi o yıllarda liselerarası satranç şampiyonası düzenliyordu İstanbul’da üst üste hep biz kazandık turnuvayı zaten başka da yoktu.

KUL : Ailede sizin dışınızda satrançla ciddi anlamda ilgilenen birileri var mıydı ?
ARDUMAN : Ağabeyim Saint Benoit’da satranç takımında oynuyordu. Babam da biliyor ve benimle oynuyordu. Ancak babam asıl çocukluğundan beri yelkenle uğraşırdı. Yelken şampiyonu, Türkiye Açık Deniz Yarış Kulübü’nün kurucusu idi. “Yelkenci Samim” derler ona.

KUL : Yelkenci babanın satranççı oğlu. Babanız sizi destekledi o halde değil mi ?
ARDUMAN : İşin garip tarafı babam beni hiç desteklemedi. Daha doğrusu ailem diyeyim hiç desteklemedi satranç oynamamı. Özellikle babam benim ders çalışmamı, makine mühendisi olmamı istiyordu, satrancın bana faydası olmadığını düşünüyordu.

KUL : Doğrusu buna çok şaşırdığımı söylemeliyim. Üstelik siz satrançla amatör olarak değil, profesyonel anlamda ilgilenmiş ve başarılı da olmuş birisiniz. Türkiye Şampiyonluklarınız var. Bunlar onu etkilemedi mi ?
ARDUMAN : Hayır. Hatta şöyle bir anımı anlatayım. 1996’da İstanbul’da Turhan Yılmaz ile Türkiye Şampiyonluğu için unvan maçı yapıyoruz. Bir alış veriş merkezinin içinde bir tiyatro salonunda sahnede karşılaşıyoruz. İlk gün benim ailemden bir kişi gelmedi izlemek için. Düşünün, toplam dört maç oynuyoruz, Turhan Yılmaz’ın ailesi ise salonda ön saflarda. Üstelik bu benim üçüncü şampiyonluğum olacak.

KUL : Peki ama demediniz mi onlara, “neden gelmiyorsunuz, beni yalnız bırakmayın” diye ?
ARDUMAN : İlk tur beyaz taşlarla mağlup oldum. İkinci maçta berabere bitti. Artık son iki oyuna kaldı iş. Bunun üzerine karşılarına çıkıp dedim ki, “yahu Turhan’ın bütün ailesi orada destek oluyorlar, sizden bir kişi bile yok arkamda” dedim. O çıkışım üzerine ağabeyim, kız kardeşim hepsi geldiler ben de son iki maçı kazanıp şampiyon oldum. Manevi açıdan bana çok faydası oldu.

KUL : Sizi etkiledi mi ailenizin bu tavrı ?
ARDUMAN : Satranç son derece yorucu bir oyun. İki insan arasında bir savaş adeta. İnsanın moral gücünün çok yüksek olması lazım. Konsantrasyonunu etkileyecek başka bir şey olmaması, tamamen kendisini oyuna vermesi lazım. Bu açıdan tabii ki ailenizin tavrı sizi etkiler.

KUL : Ne zaman Uluslararası Usta unvanını aldınız ?
ARDUMAN : 1996’da Elista Olimpiyatlarında IM oldum. Toplam 13 maçta 8 puan almıştım. FIDE kuralları gereği o tarihte doğrudan IM oldum. Eğer 9 – 9.5 puan almış olsaydım Büyük Usta’da olabilirdim.

KUL : Bugün için oldukça geç bir yaşta IM olmuşsunuz değil mi ?
ARDUMAN : Doğru tabii aslında geç IM oldum. Çünkü bizim zamanımızda doğru dürüst uluslararası turnuva yoktu ki. Kırk yılda bir oynayabiliyorduk. Satrancın şimdi geldiği yer Türkiye’de inanılmaz yani. Benim gençliğimde yurt dışına turnuvaya gidebilmek için akla karayı seçerdik. Ancak parasını cebine koyan gidebilirdi. Başarılı da olsan fark etmezdi. Ne bir antrenör vardı başımızda, ne başka bir şey. Şimdi ki çocuklar o kadar şanslı ki. Ancak ben bugün bizim çocukların bu fırsatların tam farkında olmadıklarını düşünüyorum. Çünkü insanlar bolluk içinde yüzdükleri zaman anlamıyorlar nasıl yaşadıklarını. Ellerindekilerin değerini ancak olmayınca fark ediyorlar.

KUL : Belli ki bu konuda çok dertlisiniz. Epey yokluk çekmişsiniz ?
ARDUMAN : Gerçekten biz çok yokluk çektik. Senede bir uluslararası turnuva oynadık mı, şanslı sayardık kendimizi. İki senede bir olimpiyatlara giderdik. Ona da parası olan gidebilirdi. Götüremiyorlardı takımı. Hatta bazen takım kuramıyorlardı. Soruyorlardı “parası olan var mı ?” diye. Sen takıma girmeye hak kazanmışsın ama cebinde paran yok, gidemiyordun. Pasaportu hazır olan, parası olan gidebiliyordu. Kriterlerin arasında satranç gücünün yanında bunlarda etkili olurdu. Benim zamanımda Adnan Şendur, Turhan Yılmaz, Can Yurtseven bunlar aslında çok güçlü, çok yetenekli oyunculardı. İyi olmalarının temel sebebi ise bence şuydu. Bu oyuncular kendi kendilerine bir yerlere geldiler. Hiçbir destekleri yoktu. Antrenör yoktu. Tek hatırladığım Elista’da 1996’da oldu. Antrenör olarak Vasiukov, (Evgeni Vasiukov, Rusya, Büyük Usta, Milli Takım eski antrenörü – MK), gelmişti ama onunda bize negatif etkisi oldu. Çok sert bir kişiliğe sahipti. Sürekli azarlardı oyuncuları. Maç sırasında başında dikilir hata yapmanı beklerdi adeta. Korkundan hamle yapamazdın. Suat Atalık her maç oynadı o olimpiyatlarda, onun dışındakilere sorduğunda kim oynayacak diye, kimse elini kaldırmazdı, korkusundan. Tabii bir de şu var. Biz o dönemde tamamen amatördük. Şimdi sporcular TSF’den ücret alabiliyorlar. Profesyonel bir çalışma var. Turnuvalara gidebiliyorlar. Başlarında antrenör var. O dönem bunlardan hiçbiri yoktu. Yani şimdi bakıyorum da, satranç Türkiye’de inanılmaz bir aşama kaydetti.

KUL : Satrancınızı nasıl ilerlettiniz peki bu ortam içinde ?
ARDUMAN : İstanbul Satranç Derneğine giderdim. Orada rahmetli Nevzat Süer, Mümin Boysan, Demir Büyüközkaya gibi isimler yıldırım oynarlardı ben de bıkmadan onları izlerdim. İzleyerek öğrendim satrancı diyebilirim. Bugün çocuklara bakıyorum, satrancı artık tahtadan oynayan yok gibi. Bilgisayardan çalışıyorlar ve daha çok yıldırım oynuyorlar. İki boyutlu. Şimdi bir saniyede, bir tuşa basmakla yaptıkları analiz için biz, günlerce uğraşırdık ve işin içinden çıkamazdık. İyi mi o hamle, kötü mü bilemezdik.

KUL : Bu konu hep gündemde aslında. Özellikle sizin gibi, deneyimli, eski oyuncuların, bilgisayar konusunda çocuk ve genç oyunculara eleştirileri var. Nedir bunun olumlu ve olumsuz yönleri ?
ARDUMAN : Bizim zamanımızda tahtada, taşlarla, üç boyutlu çalışmak stratejik açıdan çok daha önemliydi. Çünkü bir fikir arardınız, yaratıcılık ön plana çıkıyordu. Arayan sizdiniz. Şimdi ise bilgisayarda ilgili programı kullanıyor anında çözüme ulaşıyorlar. Bilgisayarın verdiğini ezberliyorlar. Yaratıcı düşünme engelleniyor o zaman. Köreliyor. İşin içine ezber giriyor, derin oynamayı, yaratıcı düşünmeyi bırakıyorlar. O nedenle satrançta bugün eskisi kadar “derin”, “yaratıcı” oynamıyorlar. Daha yüzeysel.

KUL : Nasıl yani ?
ARDUMAN : Şöyle bir örnek vereyim. Satrançta bugün “teori” otuz hamleye kadar çıkıyor. Bir satranç maçı ortalama kırk hamle sürse, bugün bir oyuncu otuz hamle “teori” den oynar, on hamleyi “kendisi” oynar. Biz, üç – dört hamle “teori” oynar sonra hamleleri kendimiz üretirdik. Burada ise üç beş hamlede oyunu bitiriyor oyuncu. Teorisi iyi olan, pozisyonda üstün duruma geçip ya berabere kalıyor ya kazanıyor. Eskiden biz açılışı çalışırdık ama o açılışı nasıl kazanacağımızı bilemezdik. Şimdi bilgisayarda o açılışla ilgili binlerce parti var. Oyuncu açıyor, o partilere bakıyor, artık nasıl kazanıldığını da biliyor. Yaratıcı bir şey bulması gerekmiyor. Oyun içinde bir plan yapması da gerekmiyor. Teoriyi, ilgili varyantı ezberinde iyi tutan doğrudan avantajlı oluyor, kazanıyor.

KUL : Bunun çarpıcı bir örneği var mı ?
ARDUMAN : Geçenlerde Aronian’ın, (Levon Aronian, Ermenistan, Büyük Usta, Dünya sıralamasında 7. - MK), bir röportajı vardı. Sokolov, (İvan Sokolov Hollanda, Büyük Usta, Dünya sıralamasında 39. - MK)  ile karşılaşıp 17 hamle sonra kazanınca gidiyor diyor ki, “üzülme ben oyunu masa başında kazanmadım. Sargissian, (Gabriel Sargissian, Ermenistan, Büyük Usta, Dünya sıralamasında 41. - MK) verdi bana bu varyantı, bilgisayardan baktık bir tane hamle bile kendim bulmadım” diyor. Yani Sokolov aslında bilgisayara karşı kaybetmiş oluyor. Yani demek istediğim, sen artık bilgisayar analizi ile, kendin hiç hamle üretmeden bir oyuncuyu yenebilirsin.   

KUL : Dünya Satranç Şampiyonluğu unvan karşılaşmalarına, Kramnik – Topalov mücadelesine baktığınız zaman sizi şaşırtan, yenilikçi bir şey görmediniz mi ?
ARDUMAN : Özellikle Topalov’un çok yenilikleri oldu. Ancak geçenlerde chessbase’de bir araştırmanın haberi vardı. Bilgisayara göre gelmiş geçmiş en doğru hamleleri yapan, en güçlü oyuncu kim diye, mesela orada Capablanca birinci, Kramnik ikinci çıktı. Gerçekten de Kramnik gelmiş geçmiş en güçlü oyunculardan biri. Hatta şöyle bir rekoru da var. Çok üst düzeyde yaklaşık seksen oyun üst üste hiç kaybetmedi. Tabii bu düzeyde oynanınca minimal, çok küçük üstünlükler bile fark yaratır. Çünkü her iki oyuncunun da teknikleri, teorileri çok üst düzeydedir.

KUL : İyi de burada bir ikilem yok mu ? Yani bir oyuncu bilgisayara göre en doğru hamleleri yaparsa bu onun ezberinin güçlü olduğunu mu yoksa gerçekten güçlü olduğunu mu gösterir ?
ARDUMAN : Belki de şöyle düşünmek lazım. Bir yerde bugün oyuncularda bilgisayar gibi düşünmeye başlıyorlar. Düşünce biçimleri değişiyor. Mesela Anand bir dönem çok fazla materyalistik düşünüp, piyonu alıp, üzerine yatıp, kazanmaya çalışıyordu. Daha sonra bu tarza eleştiri gelince, “yaratıcılığın öldü, bilgisayar gibi oynuyorsun” diye, Anand tarzını değiştirdi.

KUL : Buradan şuna mı geliyoruz, eskiden satranç çok daha iyi ve yaratıcı idi. Şimdi değil mi ?
ARDUMAN : Eski dönemi şimdi bilgisayarlar yardımı ile analiz ettiğimiz zaman çokça hata bulabiliriz. Özellikle açılışlarda. Belki Alekhine’in bile yaptığı bir varyantı bugün bilgisayar “kayıp” olarak bile verebilir. Ama Alekhine maçı kazanmıştır. Neden, çünkü teknoloji o kadar gelişmiş ki, binlerce hamleyi tarıyor, analiz ediyor.

KUL : Peki siz kendinizi kime yakın hissettiniz ? Kramnik mi ? Topalov mu ?
ARDUMAN : Kramnik’in çok sağlam bir tekniği var. Soğukkanlı. Bir yerde şöyle demişti ;  “Ben rakibimin kim olduğuna bakmam, konsantrasyonumu iyi oynamaya veririm. Önemli olan rakip değil, pozisyondur. Her konumda en iyi hamleyi bulmaya çalışırım.” Ama özellikle Dünya Şampiyonu olduktan, Kasparov’u yendikten sonra bir korkuya kapıldı. Maç kaybetmemek için kısa beraberlikleri sıkça tercih etti. Hatta iş öyle bir yere vardı ki bir ara onun için “drawnik”, (draw, İngilizce’de “berabere” anlamına geliyor - MK), demeye başladılar. Ardından Topalov çıktı ortaya. Topalov’un inanılmaz atak oynayan, her maçta bir feda yapan, renkli bir tarzı vardı ve izleyenlerin göz zevkine de hitap etti. Ama açıkçası benim favori oyuncum şu anda Kramnik.

KUL : Kramnik ile Topalov arasında dikkat çekenlerden biri de her iki oyuncunun süre kullanımlarının birbirinden çok farklı olması idi. Kramnik, Topalov’a göre çok daha fazla düşünerek hamlelerini yaptı. Klasik satrancın çok uzun olduğu, bu nedenle izleyici kaybettiği, hatta sponsor, ticari ortak bulmanın da bu nedenle zorlaştığı eleştirisi de var. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda ?
ARDUMAN : Topalov’un hamleleri bu kadar hızlı yapmasının temel nedenlerinden biri, kendi söylediğine göre, rakibinin Fritz, (Üst düzeyde ve yaygın olarak kullanılan bir satranç programı. – MK), kullanmasına engel olmak için hemen hamle yaparak onun masa başında kalmasını sağlamak. Ama genelde Topalov’un oyunu, çok hızlı düşünen, hızlı oynayan bir oyuncu. Tabii hızlı oynamak beraberinde hata da getiriyor. Ancak ben klasik zaman kontrollü satrancın hızlandırılmasına katılmıyorum. Kasparov’da bunu eleştirdi. Çünkü tempo hızlandıkça satrancın seviyesi düşüyor, derinliği azalıyor. Şu da var, üst düzey satrancı seyredecek olan kişilerin zaten satrancı anlayan kişiler olması gerekiyor. Örneğin sen yavaş tempolu bir oyunu daha iyi takip edersin. Hızlı oyunu takip etme şansın çok daha az. Tempoyu arttırmayı denediler, bir saatlik, 25 dakikalık satranç çıktı hiç birinde başarılı olunamadı. Ben hızdan ziyade satrancın kalitesini önemsiyorum.

KUL : Yeniden Türkiye’ye dönelim. Aileniz sizi satranç konusunda öyle anlaşılıyor ki pek desteklememiş. Bugün ailelerin bu konudaki tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz ?
ARDUMAN : Çevremdeki aileleri bakıyorum ve şu anda onların satranç konusunda çocuklarına korkunç destek olduklarını görüyorum. Bizim zamanımızda yoktu böyle bir şey. Satrançta herhangi bir gelecek yoktu yani. İnsanların çoğu “satranççı” denilince burun kıvırırlardı. Düşünün ben altı defa Türkiye Şampiyonu oldum ama babamın umurunda olmadı. Dört, beş defa ikinci olmuştum. Bana, “sen hep ikinci olarak kalacaksın” demiş, moralimi de bozmuştu.

KUL : Başlangıcından bu yana satranç liginde yer alıyorsunuz. Ligdeki değişim nasıl peki ?
ARDUMAN : Türkiye liginde kuvvetli oyuncu sayısı çok artık. Büyük Ustalar bütün takımlarda var. Bakın burada Gurevich, (Mikhail Gurevich, Türkiye, Büyük Usta, Dünya sıralamasında 58. – MK) var, Adrian var, (Adrian Mihalcisin, Slovenya, Büyük Usta, Dünya sıralamasında 390. – MK) ve ben bunlarla oturup sohbet edebiliyorum. Bir maç üzerinde konuşuyor, analiz yapabiliyorum, oynayabiliyorum. Bu müthiş bir şey. Benim zamanımda böyle bir şey olsaydı satranç düzeyimde onların seviyesine gelebilecekti. Yani ligdeki yabancıların yerli oyunculara büyük faydası var. Öte yandan, Ligde 14 yaş altı masasının konması da çok iyi oldu. Bu yaştaki çocukların üst seviyedeki oyuncularla aynı yerde bulunması bile büyük bir avantaj. Daha yüksek düzeyde satranç oynamayı öğreniyorlar.

KUL : Peki şu an satrançta Türkiye’nin geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz ?
ARDUMAN : Şu anda Türkiye’nin gelmiş olduğu noktayı ben hayal dahi edemezdim. Bana bundan on yıl önce deseydiniz ki, şu kadar lisanslı oyuncu olacak, bu kadar turnuva yapılacak, çocuklar her yıl şu kadar uluslararası turnuvaya gidecek, ben buna inanamazdım. Mucize derdim. Türkiye hakikaten satrançta bir mucizeyi gerçekleştirdi. Ama özellikle eğitim konusunda eksiğimiz var. Gençlerimiz kafaca, mentalite açısından iyi eğitilmiyorlar. Onlara sunulan bu olanaklar karşısında, çok daha hızlı bir performans beklemek gerekiyor. Artık 12 – 13 yaşında Büyük Usta olanlar var Dünya’da. Bir  Carlsen, (Magnus Carlsen 1990 doğumlu, Norveç, Büyük Usta, Dünya sıralamasında 22. – MK) bu yaşlarda Büyük Usta oldu. Türkiye’de de olabilir. Varyantı iyi ezberlemek marifet değil. Satrancı iyi oynamak marifet. Sadece bilgisayardan yıldırım oynayarak bu iş olmaz. Çok çalışacaksın. Dünya Şampiyonu bile günde altı – yedi saat çalışıyorum diyor. Bunu anlatmaya çalışıyorum.

KUL : Bir de antrenörler konusu var. Satrancı öğretecek olanların da bu işi iyi biliyor olmaları gerekli. Türk Milli Takımının antrenörlerinden Büyük Usta Grivas, yaptığımız bir söyleşide, (Söyleşiler kısmında “Saygı Duy Ama Korkma” başlıklı söyleşi), ancak bir şampiyonun, şampiyon yetiştirebileceği iddiasında bulunmuştu. Sizin düşünceniz ne ?
ARDUMAN : Çok doğru. Üst düzey oyuncu yetiştirebilmek için siz de üst düzey oyuncu olmalısınız. Bugün futbolda büyük kulüplerin hocalarına bakıyorsunuz burada yada Avrupa’da hep daha önce futbolculuk yapmış, bu alanda söz sahibi olmuş isimler. Satrançta da böyle. Büyük Usta yetiştirecekseniz böyle antrenörleriniz olacak. Ancak bu tabii uzun zaman isteyen bir çalışma. Bunun için de ne yapacaksınız dışarıdan getirteceksiniz. Başka çareniz yok çünkü.

KUL : Son bir soru satranççı olmasaydınız ne olurdunuz hiç düşündünüz mü ?
ARDUMAN : Bambaşka bir insan olurdum herhalde ve açıkçası o bambaşka insanı olmak istemezdim.

KUL : Çok teşekkürler bize zaman ayırdığınız için.